Kim denedi: Valerie Dayan
Ne kadar süre denedi: Altı yıl
Yıl 2016. Güneşli bir Mart sabahı, San Francisco’nun Fillmore sokağındayım. İleri derece jetlag’ime rağmen, yalnızca uzak diyarlarda olduğumda kendini gösteren, kaynağını bilmediğim bir enerji sayesinde ayaktayım. Yürüyüş yaparken karşıma Le Labo mağazası çıkınca, bir durup içeri giriyorum. Parfüm peşinde değilim, sadece kendimi şımartmak için bir mum alasım var. Bu noktada benimle ilgili bilmeniz gereken şey şu: Parfüm ve jean alışverişleri benim için büyük stres sebebi. İyi bir kalıba sahip ve kalıcı bir jean pantolon bulmak nasıl çok ama çok kişisel bir deneyimse, parfüm alışverişi de çok benzer. Bu yüzden, uzun zaman blokları halinde aynı parfüme sadık kalmak bana rahatlatıcı gelir. O sıralar da Frédéric Malle Musc Ravageur dönemimdeydim.
İyi bir jean pantolon almakla, imza olma potansiyeline sahip bir parfüm seçmenin ortak noktaları var. Her ikisi de mental ile fiziksel güç ve biraz da kısmet dokunuşu gerektiriyor. Hani anneanneler “iyi rastlantılar olsun” der ya, onun gibi bir şey. O sabah, tam da böyle bir an yaşadım. Çok sevdiğim Petit Grain mumunu alırken, benimle ilgilenen satış elemanı yeni çıkan parfümleri Thé Noir 29’ı denememi tavsiye etti. Ben de sol bileğime bir fıs sıkıp, mağazadan yeni mumumla ayrıldım.
Mission bölgesine doğru ilerlerken parfüm yavaşça burnuma esmeye ve duygularımı tetiklemeye başladı. Beni etkileyen nota misk miydi? Yoksa siyah çay mı? Neyin dikkatimi çektiğini bir türlü kestiremiyordum. Editoryal analiz güdümü bir kenara bırakıp, kokunun bende yarattığı iyi hislere odaklanmaya karar verdim.
The Noir 29’u koklar koklamaz bana beklenmedik bir şekilde dokunmasının sebebinin ne olduğunu fark etmem birkaç saatimi aldı: Aşinalık. Geçmiş bir an veya yerle değil, kendimle. Parfüm ben gibi kokuyordu. Nasıl mümkün? Öylesine bir anda, hiç tanımadığım bir kişi beni o dönemde olduğum Valerie’yi olfaktif olarak tanımlayan bir parfümle tanıştırmıştı. İşte kısmet, işte rastlantı, işte akış. Mağazalar kapanmadan Fillmore’a dönüp, Thé Noir 29’u 100 ml’lik bir şişede satın aldım. O gün bugündür şişelerimi (bir tane 50, bir tane 100 ml’im var) kaç kez doldurttum, sayamam.
Biraz da notalardan bahsedeyim: Le Labo’nun bu ikonik parfümü nazik incir, aromatik defne yaprağı ve capcanlı bergamot ile açılıyor. Sıcacık orta notalarındaysa sedir ağacı, misk ve vetiver var. Parfümün finali tütün, saman ve siyah çay yaprakları ile yapılıyor; yeşil ve odunsu bir son. Biliyorum notalardan konuşmak parfüm yazarken bir klasik fakat benim içerikleriyle değil, yarattığı hislerle ön planda. Yumuşak ve karakterli kokunun yaratıcısı ise parfümör Frank Voelkl. Son olarak, kokunun feminen bir doğası olduğunu düşünmüyorum; hatta birkaç erkek arkadaşımın parfüm koleksiyonlarında da Thé Noir 29 var.
Çok çok ender rastlanan bir güzellik olayı da olsa, insan kimliğini tamamlayacak veya varmak istediği noktanın sinyallerini verecek bir parfüm ile tanışabiliyor. Böyle sihirli anları es geçmemek önemli.