Okumalar
Bir Sarışının İtirafları
Marilyn Monroe, Madonna, Pamela Anderson, Margot Robbie... Şüphesiz sarışınlar tüm dünyada seviliyor ve çok beğeniliyor. Cristiane Çorluhan sarı saçın cazibesi üzerine derinlemesine düşünürken, bu renk tonuyla yaptığı denemeler bir bir gözünde canlanıyor. Ona göre sarının her tonu kimlik ve güçlenmeye dair bir hikâye taşıyor.
Yazı Cristiane Çorluhan
- PAYLAŞ
- LİNKİ KOPYALA
Hepinizin bildiği gibi Türkiye’de sarışınlar rağbet görüyor. Sarışından kastım, ciddi ciddi sarışın: çarpıcı sarı saçlar, rengi ağartıldıktan sonra turuncuya çalan bir sarıya boyanmış saçlar. Benim tabirimle Mac ‘n’ Cheese (peynirli makarna) sarışını. (Ara beni Pantone; size yeni bir renk önerim var.)
Türkler genellikle gri sarılar, buz rengi sarılar ve latte sarıları gibi tonlarla pek ilgilenmiyor. Amerikan çedar peynirinin yoğun ve kremsi sarısının peşindeler. Ve bu renk onlara çok yakışıyor. Kadınların omuzlarına dökülen saçlarını seyrediyorum. Amber renginin açık tonlarında dalga dalga saçlar. Nişantaşı’nda öğle yemeği yiyen bir kadının mükemmelen şekillendirilmiş saçları çarpıyor gözüme. Veyahut da Boğaz’da gezinirken rüzgarda bir fısıltı gibi uçuşan saçlar.
Bu rengi hiç hafife almıyorum. Ben de birkaç kez saçlarımı Mac ‘n’ Cheese sarısı tonlarında boyattım. Bir zamanlar bu kadar sarışın olmak pek çok kadının olduğu gibi benim de arzu ettiğim bir şeydi. Oğlumunki kadar güzel olmasa da altın rengi ışıltıları bulunan açık kahverengi saç rengim hep beğenilirdi. Kışın donuk bulaşık suyu sarısına, güneşte altın sarıya, fazla güneşte kaldığımda da gri sarıya dönerdi. On iki yaşındayken papatya çayı demler, saçlarımı bu çaya batırdıktan sonra güneşin altında ümitle beklerdim. Doğal saç spreyi olarak kullandığım limonun kalıntıları saç tellerime yapışırdı. 2000’li yılların başında gençlik dergilerinden (CosmoGirl, Seventeen ve Teen Vogue gibi hem kendini sevmeyi ve kabullenmeyi savunan hem de erkeğinizin dikkatini çekmek için nasıl kendinizi kökten değiştirebileceğinize dair ipuçları veren dergiler) derlediğim bunun gibi farklı reçetelerim vardı.
Peki neden sarışınlığa bu kadar takıntılıyız?
Sarışınlık güç, seks ve para demek. Cazibe ve arzu demek. Bu öylesine bir cazibe ki, insanlar altın saçlı bir tanrıçaya dönüşmek uğruna saçlarına güvercin kakası ve at idrarı sürmek gibi (bununla kıyaslandığında saçları limonla ıslatmak epey basit kalıyor, değil mi?) aşırılıkları bile denemişler. İskandinav ve Roma tanrıçalarını, beyaz perdenin sarışın bombalarını düşünün. Ya da sarışınların ilham verdiği şiirleri, şarkıları, heykelleri ve Playboy güzellerini. Sarışınlık erkekleri cezbetmekle kalmaz, onları hayal kurmaya da davet eder. Aynı anda hem ikonik hem de aptalcadır. Lüks bir yaşam tarzının göstergesidir: Brigitte Bardot sarısını korumak, dip boyası ve ton farklılığıyla baş etmek ciddi ve pahalı bir bakım gerektirir. Ama sarışın olmak aynı zamanda tercih ve öznellikle de ilgilidir. Benliğiniz hakkında bir beyanda bulunduğunuzu ortaya koyar. Bu sizin seçtiğiniz anlatıdır. Dünyaya kendiniz hakkında anlattığınız hikâyedir.
Yaşım ilerledikçe saçlarımı kestirip boyattım, ağartıp fön çektim ve sarının farklı tonlarıyla haşır neşir oldum (Sonra siyah, pembe, turuncuyla flört ettim. Neden ayrımcılık yapayım ki?) Üniversitedeyken upuzun doğal saçlarımı yurtta boyayarak neredeyse çilek sarısına döndürdüm. Ama daha fazlasına ihtiyacım vardı. Çünkü bu bana bürünmek istediğim yeni kimlik için yeterince büyük bir değişim gibi gelmedi. Pensilvanya’nın banliyösünde bir kuaföre gidip lise hayatımın son dört yılını kesmelerini isteyen de bendim. Saçlarım omuz hizasındaydı; koyu renk, kemerli kaşlarımla komik bir tezat oluşturan havalı tonda bir sarıydı. Bunu bir daha asla yapmayacağıma dair kendi kendime söz verdim.
Ancak, sözümü tutamadım.
İronik bir şekilde (ya da belki de bir çeşit isyan olarak) açık kahverengi saçlarım çok daha koyulaştı ve sarıyla mücadeleme karşı dirençli hâle geldi. Birçok tona, farklı uzunluklara, mor şampuana ve kırık uçlara rağmen direndi. Kimi zaman iyi, kimi zaman da korkunç göründü saçlarım. Bazen aynada kendime bakmadan duramazdım; bazense saçlarımı düşünmek bile beni ağlatmaya yetiyordu. Kimliğim üzerine yeniden düşünmem gerektiğinde hep daha sarışın oldum: üniversitede havalı “yazar” ve İngiliz edebiyatı öğrencisiyken aynı zamanda “tamamı kadınlardan oluşan bir üniversitede kadın kavramını altüst eden”; New York’ta hoş ve cana yakın bir varlık yönetimi danışmanıyken herkesin kafasında yerleşmiş “Brezilyalı davetkâr kadın” kavramına daha iyi uyan (“zaten futbol, seks ve sambadan ibaret, değil mi?”); karşı cinse daha çekici görünen, alınan birkaç kiloyu gizleyen ya da hormonal sivilceleri maskeleyen. Liste uzayıp gidiyor. Aslında liste hep aynı. Bozup bozup yeniden inşa ettiğiniz kimlikler de.
İstanbul’da saçlarımı ilk kez boyattığımda, New York’taki saç artistim yüzünden zaten oldukça sarışındım. Saçlarımı Erdem Kıramer’de Bahattin’in ellerine bırakınca Mac ’n’ Cheese sarışını oldum. İstanbullular bu renge bayıldı; çok güzel, çok taze ve hatta Türk gibi göründüğümü söylediler. Ağırbaşlılıkla gülümsedim. Zaman zaman onlara hak verdim ama çoğunlukla saçlarıma bakıp şöyle düşündüm: “Canım peynirli makarna çekti.” Kendimi Marilyn Monroe gibi hissetmiyordum; daha ziyade karnım acıkmıştı. Artık aynada kendimi tanıyamıyordum.
Yıllar boyu birlikte pek çok badire atlattık: ben daha doğal sarı tonlarından yanayken, Bahattin daha yapay olması konusunda ısrarcıydı. Sonunda orta yolu bulduk. Düğünümde daha doğal bir sarışındım. Annie’s Organic’in Mac ‘n’ Cheese’i gibi. Kocam sarı saça bayılır. Bildiniz, kendisi Türk. Bahattin bana sarışınlığın labirentinde öncülük etti. Platin, kestane rengi ve altınbaşak sarısı… Hazinesini sayan bir korsan gibi parmaklarını saçlarımda gezdirirdi.
Oğlum doğduktan sonra sarışınlığın bana göre olmadığına karar verdim. Mükemmel altın rengini aramaya devam etmek istemiyordum. Kuaförde saatlerimi harcamak, alüminyum folyolu kafamla uzay iletişim uydularına benzemek ve saçımı boyattıktan yaklaşık üç gün sonra ortaya çıkan diplerim için endişelenmek de istemiyordum. Bununla ilgilenmeye ayıracak vaktim yoktu. Yeni anne olduktan sonra kaçınılmaz biçimde ortaya çıkan kimlik pusunda yolumu kaybetmiştim ve sadece kendim olmak istiyordum. Etrafımdaki kan, süt, kusmuk, gözyaşı ve idrar gibi şeylerin kontrol edilemez ıslaklığına karşın, bazı şeylerin üzerinde biraz kontrolüm olduğunu hissetmeye ihtiyacım vardı. Uykusuzluğun, suçluluğun, korkunun ve yalnızlığın diplerindeydim. Saçlarımı yeniden uzatmaya başladım. Doğal rengine dönen saçlarımın uzunluğu, düğümleri ve kokusu beni benden aldı. Onlarla oğlumun yüzünü örtüp, önce ondan saklanır, ardından kendimi gösterirdim. Yanaklarını saçlarımla okşayıp, onun kokusunu kendi kozamda içime çekerdim.
Bu, bir daha sarışın olmayacağım anlamına gelmiyor. Sadece sarışın olmaya eskisi kadar özlem duymuyorum. Başkalarının, toplumun ya da can sıkıntısının beni dürtmesine, baştan çıkarmasına müsaade etmiyorum. Bir şeyleri gizlemek ya da yetersizliğimi bastırmak için değil de, kendimi ve hislerimi tamamlamak için canım isterse yeniden sarışın olurum. Şimdilerde koyu renkli küt saçlarım ensemde salınıyor. Halimden memnunum.