Okumalar
ALOK Dünyayı Değiştirebilir Mi?
Geleneksel cinsiyet normlarına uyum göstermeyen yazar ALOK, özgürce kendini ifade etmenin dönüştürücü gücüne inanıyor.
Yazı Defne Sarıçetin
- PAYLAŞ
- LİNKİ KOPYALA
ALOK ismiyle tanınan yazar, konuşmacı ve aktivist Alok Vaid-Menon, multidisipliner sanatsal yaklaşımıyla toplumsal cinsiyet, ırk, travma, aidiyet ve insanlık durumu gibi farklı temaları ele alıyor. Kendini geleneksel cinsiyet normlarına uymayan bir transfeminen olarak tanımladığı için İngilizcede cinsiyet belirten he veya she zamirlerinin yerine, üçüncü tekil şahıs zamiri they’i kullanmayı tercih ediyor. O, ikili cinsiyet rejimine dayanarak toplumun kadınlık ve erkekliğe atfettiği rolleri sahiplenmeyen, reddeden ve bozan biri. Dolayısıyla insanların doğumda atanan cinsiyete göre nasıl görünmesi veya davranması gerektiği konusundaki fikirleri veya stereotiplerine uymamakla barışık.
Malezya ve Hindistan’dan gelen göçmen ebeveynlerin çocuğu olan ALOK, Teksas’ta büyürken ırkı ve cinsiyet ifadesi üzerinden zorbalığa maruz kaldığını anlatıyor. Sadece kendi olduğu için tacize uğraması sanat pratiğinin zeminini oluşturmuş. Aldığı eğitim ve ilgi alanlarının doğrultusunda başta Beyond the Gender Binary olmak üzere çok sayıda kitap kaleme aldı. Aynı zamanda moda ve güzellik endüstrilerini cinsiyetten arındırmaya yönelik bir girişim olan #DeGenderFashion’ı yarattı. Bu noktada, “cinsiyetsizleştirmenin” bireylerin kadın ve erkek olma hakkını silmek anlamına gelmediğini vurguluyor. Benzer biçimde cinsiyet nötr olmanın illa nonbinary (ikilik dışı cinsiyet kimliği) olmayı gerektirmediğini, herkes için daha kapsayıcı bir çerçeve oluşturma amacı taşıdığını ekliyor. Kısacası ALOK, kısıtlayıcı cinsiyet normlarından özgürleşmeyi, bedensel çeşitliliğini, hem kendimiz hem de başkaları için koşulsuz şefkat ve sevgi aşılayan bir toplumu savunuyor.
Kendini ifade etme ve sahicilik senin için ne ifade ediyor?
Zihin, beden ve ruhun derin bir hizalanma içinde olması. Anda kalmak. Canım yandığında bile utanmaksızın kendim olmak.
“Cinsiyet ikiliği”, “geleneksel cinsiyet normlarına uymayan” gibi kavramlar hakkında kapsamlı araştırma yapmamış veya bunlara aşina olmayan birine toplumsal koşullanmanın sadece ötekileştirilmiş bireylere değil, herkese zarar verebileceğini nasıl açıklarsın?
Bize kim olmayı istediğimiz sorulmadan, kim olmamız gerektiğini dikte eden toplumlarda yetişiyoruz. Benliğimizi ve hayatımızı ancak başkalarının beklentilerine göre şekillendirdiğimizde sevilmeye layık olabileceğimiz söylenip duruyor. Bütün hayatımız anlaşılmak adına kendimizi değiştirmekle geçiriyor. Çünkü bize sevilmek için anlaşılmak zorunda olduğumuz öğretiliyor.
Sevilme ihtimalimizin belirli bir davranış kalıbına uymak ya da istenen şekilde görünmek gibi davranışsal şeylere bağlı olduğu konusunda koşullanmış durumdayız. Bu yüzden kim olduğumuz ve kimi canlandırdığımız arasında içsel bir kopukluk oluşuyor. Ağzımızdan çıkan her sözün, her hareketimizin gölgesinde gerçek benliğimiz saklı. Gerçek ve kamusal benliğimizin böyle farklılaşmasının üzerimizde ciddi anlamda kötü etkileri oluyor. Bunun verdiği acıdan kaçmak için bağımlılıktan dikkatimizi dağıtmaya kadar her şeyi denemeye hazırız. Yeter ki kendimizi uyuşturalım! Ama bedenimiz her şeyin farkına varır. Stresli, hasta, depresif, küskün, nefret dolu, kederli hale gelmemizin sebeplerinden biri bu. Benliğimizi saran nefret sinir sistemimizi hiperaktifleştirir ve erken ölüme bile yol açabilir.
Bize karşı ayrımcılık yapan insanların da acı çektiğini biliyorum. Güvende hisseden, kendisiyle barışık kimseler nefrete kapılmaz. Bana göre özgürlük sadece LGBTQ bireylerin güvende olması ve kabul edilmesinden ibaret değil. Herkesin rahat hissettiği, nefretten arınmış ve sevgiyle kuşatılmış bir topluma dönüştüğümüzde hepimiz özgür olacağız.
Kendine ve hayata bakış açını derinden etkileyen bir deneyimin var mı?
Üzerimde elbiseyle sokakta yürürken insanların düşmanca bakışlarına maruz kaldığım oldu. Sonra bunun benimle ilgili olmadığını, onların özgüvensizliği ve utancından kaynaklandığını anladım. Aslında fikren bu konuya hakimdim. Ama zamanla bunu her zerremde hissettim. Bu farkındalık bana yoğun bir neşe; hayatıma da yeni bir soluk getirdi. Düşünsenize, sonsuz olasılık söz konusu. O andan itibaren bedenim de hayatım da sadece bana ait oldu.
Patriyarka, baskı ve toplumsal koşullanmanın bu denli derinlere kök saldığı ve içselleştirildiği bir dünyada başka var olma biçimlerini benimsemek ve savunmak için yola nasıl devam etmeliyiz?
Şartlanmaktan düşünerek değil, hissederek kurtulabiliriz. Bunun için zaman ayırmak ve emek harcamak gerek Patriyarkal koşullanmalar hepimizin içine kök salmış durumda. Üstelik bunları içselleştirdik de. Ama bu bizim kötü insanlar olduğumuz anlamına gelmez. İnsan olmak böyle bir şey. O halde hem kendimize hem de birbirimize insan olduğumuzu hatırlatmaya ihtiyacımız var. İşe, yargı ve peşin hükümün yerini merakla değiştirerek başlayın. Sizi sıkıştıran, kıskançlık, gerginlik ve tiksinti nöbetlerine yol açan şeyleri fark edin. Bu deneyimleri tıpkı bir öğretmen gibi görmeye çalışın. Derin bir nefes alın ve geri dönün. Kendinize buradan ne tür bir kazanım elde edebilirim diye sorun. Çoğunlukla yargılamanın ve kötülüğün ardında iltihap gibi biriken ifade edilemeyen keder ve bastırılmış acı olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Bu acı aslında kendine tanık arıyor. Durmayın, tanıklık edin. Duygularınızın önündeki engelleri kaldırın ve hissedin.
İnsan olmanın karmaşıklığı hakkında söylediklerinle birlikte, düşünce yerine koşulsuz merhamet, sevgi ve şefkati önceleyen duruşunu da çok etkileyici buluyorum. Bu konuyu biraz açabilir misin?
Savaş ve şiddetin işe yaramadığını görüyoruz. Tekrar tekrar aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde etmeyi bekliyoruz. Neden başka bir şey denemeyelim ki? Neden sevgiye bir şans vermiyoruz?
Özü itibariyle her insanın iyi olduğuna inanıyorum. Yaşadığımız travmalar yüzünden özümüzden uzaklaşıyoruz. Üstelik bu travmalar sadece belirli olaylara dayanmıyor; her yanımızı sarmış durumdalar. İçinde bulunduğumuz kültür de bunları besliyor. Dolayısıyla travmalar hızla yayılıp bireyin iyi yanını tüketiyor. Ayrıca toplumlarda en çok araçsallaştırılan ve insanlık için tehdit oluşturan şeylerden birinin utanç olduğunu düşünüyorum. Utanç, bizi kendimize ve başkalarına karşı yabancılaştırıyor. Geçmişte ben de utançtan kurtulma isteğiyle nefret ve öfkeye tutundum. O yüzden bunu yapanlara merhametle yaklaşmaya çalışıyorum. Çünkü yaptığımın işe yaramadığını, aksine beni daha da utanç içinde bıraktığını gördüm. Beni aşağı çekmeye çalışan bir dünyada ayaklarımın üzerinde durarak hayatıma devam etmeyi sevgiye borçluyum. Sevgi hepimizi utançtan kurtaracak.
Şiddete ve zorbalığa başvuran insanların bunu korku ve utançtan ötürü yaptıklarını biliyorum. Böyle davrandıklarında kendilerini acıdan koruyacaklarına inanıyorlar ama öyle olmuyor. Onlarda kendimi görüyorum; içinde bulundukları durumu atlatmalarının tek yolunun sevgi olduğunun farkındayım. İşte bu nedenle onları da seviyorum.
Güzelliğin cinsiyetsizleştirilmesi hakkında ne düşünüyorsun?
Güzellik ve moda endüstrileri, kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı ürünler, zevkler ve var olma biçimleri olduğu yalanıyla besleniyor. Gerçekle bağdaşmayan bu ön kabul, aynı zamanda çok da sıkıcı. Güzelliğin cinsiyetsizleştirilmesi, insanların istediği gibi giyinmesi, istediği ürünü kullanması ve istediği görünüme bürünmesi anlamına geliyor. Güzelliği cinsiyetten arındırmanın cinsiyetsiz bir koleksiyon yaratmakla ilgisi yok. Bütün mesele, ürünlerin üzerindeki kısıtlayıcı cinsiyet etiketlerini kaldırmak. Başka bir deyişle, güzelliği cinsiyetten arındırmak, dürüst olmak demek. Bu da ancak sevgiyle mümkün.
Mental sağlığını ve iyi oluş halini desteklemek için neler yapıyorsun?
Yaptıklarımı, düşündüklerimi ve hissettiklerimi yazıya döküp toparlamak için günlük tutuyorum. Bu, daima kendime dönmeme yardımcı olan bir ritüel. Dünyanın dört bir yanındaki arkadaşlarımla sürekli iletişim halindeyim. Çünkü hayata bağlı kalmak ve ilişkilenmek adına kendimden daha yüce bir şeyin parçasıymış gibi hissetmem gerekiyor. Ayrıca kitaplar, podcast’ler, şiirler, tiyatro ve mizah bana iyi geliyor. Sanat beni beslemekle kalmıyor, bana umut da veriyor.
Wonderflaw’da kusur sözcüğündeki negatif algıyı değiştirerek kusurları güzelliğe gölge düşüren değil, aksine bize değer katan öğeler olarak değerlendiriyoruz. Senin favori kusurun nedir?
Vedalaşmak için kendime özgü bir yöntemim var diyelim. Bir yerden ayrılırken alışılagelmiş seremoniden uzak duruyorum. “Hoşçakal!” deyip aksi istikamete doğru yürüyüp gidiyorum. İşim gereği sözcüklerle haşır neşir olsam da vedalaşmaya uygun sözcükleri bulamıyorum. Hoşçakal çok acımasız, yetersiz, hissiz geliyor kulağa. Iyyy! Buna iyi tarafından bakacak olursak, ayrılık acısını ifade etmek için bambaşka bir sözcük, bambaşka bir yol arayışındayım aslında. Şimdilik ben kaçtım!
Kendini son derece iyi ifade eden birisin. Fakat anlattıklarını bütünüyle kavrayamayan ya da yeni yeni öğrenen, belki de dile getirmekte zorlanan iyi niyetli insanlar olduğuna eminim. Terminolojiye ve tarihsel bağlama hakim olmayanlara, kendilerinden farklı düşünenlerle yapıcı bir şekilde ilişki kurma konusunda neler söylersin?
Bence insanların çoğu iyi niyetli. Kişisel deneyimim de bu görüşümü doğruluyor. Ama internette bunu görmek pek mümkün değil. Orası çatışma ve bölünmeye dayanan algoritmalar tarafından yönlendiriliyor. Karşılıklı ilişkilenme için baş başa çıkılan yürüyüşler, uzun uzadıya sofra başında oturabildiğimiz akşam yemekleri ve akışını olabildiğince yavaşlattığımız zaman gibi anlamlı şeyleri önemsiyorum. Bu aşamada meselenin özüne inmeliyiz. Yani pusuda bekleyen saklı duygular, korkular ve endişelerle yüzleşmeliyiz. İçinden çıkamadığımız durum biraz da bu.